21 Mart 2015 Cumartesi

7. bölüm

55. günde ilk kez kucağıma aldım oğlumu, cennet kokuyordu adeta... Hiç bilmediğim, tatmadığım, sıfatlandıramadığım, tarifi imkansız... 5 dakika da olsa bir ömür gibiydi Sarp'ıma bakmak. Sanki görüyordu beni, o da hissetmişti. Bırakmak ne mümkün, ayrılmak o kadar zordu ki.. Bu sefer camın ardında değil kucağımdaydı. Babasının sıcaklığını hissedememişti daha.

Artık çok az bir zaman kalmıştı yuvamıza kavuşmasına, tam bir aile olmamıza. Yavaş yavaş diğer arkadaşları yoğun bakım odasını terk etmeye başlamıştı. Sıra bize ne zaman gelecek diye sabırsızlıkla bekliyorduk.

Hayatımın en büyük, en güzel, en anlamlı doğumgünü hediyesini almıştım 29 şubat günü. İlk kez emzirmeye çağırdılar. Babası, anneannesi, babaannesi ve halası oradaydık. Şimdiye kadarki hiçbir bekleyiş bu kadar uzun gelmemişti. Bütün duyguları hapsetmiştim yüreğime, an hepsi uçmaya başlamışlardı sanki... O an geldiğinde, gözyaşlarıma hakim olamadım, bebeğim hemşire ablasının kollarında odaya geldi. Şaşkın şaşkın bakıyordu etrafa. Ağlamamalıydım, neler hissettiğimi anlamamalıydı, onun için güçlü durmam, tüm iyi enerjimi ona vermem lazımdı. Belki de 3 yıl içinde yaşayacaklarımızı o günden bilsem, bunu başaramazdım.

Bazen bizi nelerin beklediğini bilmeden yaşamak inanın çok daha iyi. O günü yaşamak, yarını düşünmemek, bugün yanımızda olduğu için şükretmek... Yarın hangimizin başına ne geleceği belli değil, henüz yaşanmamış olayların ihtimallerini düşünmeden hayatımızı sürdürmeyi başarsak hem kendimiz hem de çevremizdekiler için en iyisini yapmış oluruz. Bu düşünceyi her ne kadar kendime kabul ettirmeye çalışsam da ne mümkün. Söz konusu bir de insanın evladı olunca, onun için endişelenmekten nasıl alıkoyabilir ki kendini?

Doğumundan sonraki en uzun buluşmamızdı o gün. Hiçbir buluşma bu kadar hasret dolu, kısa ama uzun olmamıştı. Gözümde yaşlarla ayrılmam gerekiyordu artık; kokusu burnumda, yüzü gözlerimin önünde...

16 Mart 2015 Pazartesi

6. bölüm

30. günün sonunda solunum desteğinden tamamen kurtulmuştu minik paşamız, artık umut dolu günler başlamıştı bizim için. Şansımız bize göz kırpmaya başlamıştı galiba. Bundan sonra tek dileğim Sarp'ımızı bir an evvel yakından görmek, onu kucağımıza almak, gözlerinin içine bakmak, sabret oğlum diye kulağına fısıldamaktı.

16.02.2012... 50 günden fazla olmuştu... Doktorumuzdan özel izin alıp yoğun bakım odasına girecektik o gün. Hayatımın hiçbir anında yaşamadığım duyguları yaşıyordum, tarifi imkansız bir heyecan doldu içime. O gün akşam olmak bilmedi sanki. Babası, dedesi ve ben tutmuştuk hastanenin yolunu. Son dakikalar geçmek bilmiyordu adeta... Sonra hemşire ablalarından birisi bizi içeri çağırdı. Elim ayağım birbirine dolanmıştı, ne yapacağımı bilemiyordum. Beni duyacak mıydı, anlayacak mıydı, babanın benim geldiğimizi hissedecek miydi?

Hemşirenin kucağında, soğuk bir camın arkasından geldi yanımıza. Ama yine de aramızda camdan bir kapı, öteye geçmemize izin yoktu. O kadar miniktin ki, o anki halinin toparlamış hali olmasına inanamıyordum. Hala çok korunmasızdı, çok mahsun, çok kırılgan... Dünyanın en güzel bebeği karşımda duruyordu. Dokunamadığım, öpemediğim, koklayamadığım, kokusunu içime çekemediğim... Kapıp götürmek geldi içimden ancak ne mümkün. Orada daha güvendeydi. En ufacık bir hata bile hayatına mal olabilirdi. Gözyaşlarıma mani olamıyordum. Allah'a bin şükür, sağ salim tutunmuştun yaşama. Çok az kalmıştı artık, günleri saymaktan başka ne gelirdi ki elimizden...